NEVREZ HANIM VE KONAĞI 1

Osman Pala | 2008-10-02 02:48:14
Ömrünün son yıllarını yarı divane geçiren bu asil kadını ve kara sevda denilen aşkını anlatıp anlatmama konusunda epey tereddütlüyüm hala.Saraydan koca şehrin kenar mahallelerine sarkmış gerçek bir yaşam.çocukluğumda şahit olduğum ömrünün son yıllarını çocuk gözü ile anlatmaya çalışacağım (kara sevdanın ne demek olduğunu bile bilmiyordum).

Padişah III.Selim’in Yeniçeri’yi lağvedip yerine kurmak istedği nizam-ı cedit ordusu girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca, Sultan II.Mahmut Asakiri Mansure-i Muhammediye’yi kurmuş.Bu ordunun kışlarını geçirmesi için yaptırdığı,kendi adıyla maruf,mükemmel mimarisi olan II.Mahmut Kışlası’nın çevresini de şehzadelerin avlak sahası olarak tayin etmiş. Nevrez Hanım’ın konağı da bunlardan birisiydi.

Çok güzel bir yapı olduğunu,bakımsızlıktan bu hale geldiğini söylerdi büyüklerimiz. "O günlerde paçavraları ve gazete parçalarını top haline getirip iplerle sıkıca bağlayarak (ne kadar sıkı olduğu tartışılır,sık sık çözülürdü topumuz çünkü.)yaptığımız toplarla futbol oynadığımız bahçesinin de.

Her zaman bahçesinde oynamamıza izin vermezdi Nevrez Hanım Teyze. Ama izin verdiği zaman da konağın arka kısımlarını görüp öğrendiğimiz için sevinirdik. Sanki bir sırrı çözüyormuşuz gibi gelirdi bizlere.

Oysa ilkokulda asılı olan tarihçede kara kalemle çizilmiş resimlerle kıyaslamak mümkün değildi.Sık ağaçlıklı koruluklar arasında ki ahşap köşk ve konaklarla bizim gördüğümüzün arasında öyle büyük farklar vardı ki. Ya o korulukların devamında başlayan, Karadeniz’e kadar uzanan yemyeşil ormanlar…Resimlerde tasvir edilen eylanlar, minicik, kulakları yere değen tavşanlar,sülünler,keklikler…onlardan ise eser yoktu. O günleri göremediğimiz için üzülür, büyüklerimiz anlatırken masal gibi dinlerdik onları.

Buna rağmen en görkemli yapı idi Nevrez Hanım’ın Konağı. Dört kapısı olduğu söylenirdi oysa biz üç kapı olduğunu biliyorduk.önde olan kapının birisi varlıklı zamanlarında hizmetlilerin ikamet ettikleri taşlık tabir edilen geniş bir sofaya açııyordu. Nimet Hanım Teyzeler oturuyordu orada.Anadolu’nun bir kasabasından göç ettiklerini anlatırdı Nimet Hanım Teyze. Kira vermeden oturduklarını öğrenmiştim bir misafirliğe gittiğimizde annemlerle konuşurlarken.

Çok severdim Nimet Hanım Teyze’yi,nur yüzlü biriydi. Kalabalık aileydiler,bir sürü torunu vardı.Arkadaşımız olmuşlardı. Konağın bahçesine torpilli girerdik beraber. Bahçede yaşlı ceviz ve çitlembik ağaçları vardı. Patlangaç yapardı büyüklerimiz çitlembik ağacından. özü yumuşak olan osuruk ağacının dallarından 10-12 cm uzunluğunda 1,5-2 cmçapında düz bir dal keserler,kestikleri parçanın ortasındaki özü temizleyip adeta namlu haline getirirlerdi. çitlembik ağacından da o deliğe uyacak biçimde yonttukları saplı sopa ile yuvaya yerleştirilen çitlembik meyvesini hızla ittirdiklerinde öbür delikten keskin bir sesle fırlatır nişancılık oynarlardı. Bazıları ise daha ustalaştıklarında 3-4 tane çitlembik yerleştirip art arda fırlatırlardı. Bunların patlangaçlarına makinalı derlerdi,küçüğüz diye pas vermezlerdi bize.

Yüksek bir tahta perde ile çevriliydi etrafı bahçenin. Dışarıdan görülmezdi içerisi. Kış ayları geldiğinde kimi yakacak ihtiyacını karşılamak için yazın da meyve çalmak için sökerlerdi bahçenin duvarlarını. Nimet Hanım Teyze’nin büyük oğlu da mazot varillerini keser,çakardı tahtaların üzerine.Yamalı bohça gibi olurdu bahçenin duvarı.

Orta katta otururdu Nevrez Hanım Teyze. Onun üstünde bir kat daha vardı. öyle yüksekte görünürdü ki gözüme onun oturduğu odanın penceresi, kafesini kaldırsa da kendisini görelim isterdik hep.Beyaz tenli biriydi.Hep uzaktan görmüştüm ilk zamanlar. O da bizi seyredermiş meğerse, anneme anlatmış birgün.

Bir şeker bayramında annem izin verdi Nevrez Hanım Teyze’ye gitmemize.çok sevinmiştik. Bahçenin içindeki arka kapıdan girdik konağa.Uzun karanlık loş koridordan yürüyorduk.Küf kokusu yakmıştı genzimi. Koridorun etrafında sıra sıra kapılı vardı.Meğerse orada da oturanlar varmış.Giriş çıkışları ise ana kapı dedikleri diğer sokağa çıkan kapıdanmış.öyle söyledi biz oraya götüren arkadaşımız.

Koridorda yürürken sol tarafta koca koca kilitler asılı bir kapı daha gördüm ama anlayamamıştım ilk başta onun ne olduğunu. Bu arada karşımıza çıkan ahşap merdiveni tırmanmaya başlamıştık bile. Bayramlık iskarpinlerimizin o çok sevdiğimiz gıcırtısını bastırıyordu merdiven gıcırtıları.Yüreğim ağzıma gelmişti adeta. Kapısını çaldığımızda yarı çığlığı andırır, hüzünlü bir ses “gelin” demişti.

Ayakkabılarımızı çıkartıp içeri girdiğimizde ise hayal kırıklığına uğramıştım.Küçücük bir odaydı orası oysa ben neler hayal etmiştim!!!Sağlı sollu kumaşları eskimiş ahşap oyma birkaç sandalye,sonradan çeyiz sandığı olduğunu öğrendiğim bir sandık,bir kaç çiçek ve devamlı etrafı seyrettiği pencerenin önündeki minderlik.

Süslenmişti o gün Nevres Hanım Teyze. Bembeyaz yüzü kırmızı beyazdı adeta.Allık sürmüştü yüzüne,dudaklarına da tiyatro da seyrettiğimiz Toto Karaca gibi ruj sürmüştü. Bu haliyle çok komik olmuştu.Gülüyordu yüzü. çikolata vermişti bizlere elini öptükten sonra. çıkarken tiril tiril mendilleri katlayıp sokuşturmuştu kardeşimle benim ceplerimize. Eve gittiğimizde mendili bir açtık ki ne görelim; kağıt iki buçuk lira!!! Çok sevindiğimizi hatırlıyorum?..

Kategoriler