NALBANT

Osman Pala | 2008-10-02 03:45:31
Kalın meşin önlüğü, yana kaykılmış kasketi, ağzında o anda içiyor ile yutuyor arası sigarası olan koca ihtiyar nalbant. İlerlemiş yaşına rağmen güçlü kollarıyla kavradığı atın ön bacağını dizinden büküp kendi dizindeki meşin yamanın üzerine yerleştirmeye uğraşırken göz ucu ile de yardımcısı olan büyük oğluna işmar ediyordu.

-Halil haydi bakalım getir malzemeleri.

Ağzına yerleştirdiği mıhlar ile devamlı yuvarlanan sigarasının mücadelesini seyrederdim merakla. Hangisini yutacak acaba diye.

Köyün en yüksek tepesindeydi dükkanı. Samanı bol kerpiçten dört duvar. üzeri sazlarla örtülmüş bir dam. Paslı saçlardan kendisinin yaptığı uzun bir baca. Taa uzaklardan görünürdü kıvılcımlar saçarak gökyüzüne savrulan dumanları. Yine bir iş çıktı Koca Ustaya derdi köylüler.

Yaptığı işlerdeki titizliği anlatılırdı köylüler arasında. Hiç topallamazmış onun nalladığı atlar ve öküzler. öyle ya iş hayvanlarıydı onlar. Tek tük traktör vardı o zamanlarda. ılk baharda açılırdı, yazın daha da çoğalırdı Koca Ustanın işleri. Rakip de yok tu üstelik.

Kış aylarında ise hep giyinik görürdüm kendisini. "Bizim Köroğlu ördü bunları be kızan" derdi üst üste giydiği kazakları işaret ederek. El dokuması aba pantolonunun üzerine giydiği kalın setresi ile tamamlardı kıyafetini. Hoş bir hali vardı kahvedeki kerevetin baş köşesinde bağdaş kurup sigarasını tellendirirken kahvesi ile beraber. Tek kötü alışkanlığıda sigaraydı zaten.

Sık sık yanına gider konuşmak isterdim kendisiyle. Sevmez gibi görünürdü konuşmayı hiç de öyle değidi aslında. çok güldürürdü üstelik kullandığı Trakya şivesi ile anlattıkları. Hayat mecmuasından topladığı resimler asılıydı isli kurumlu duvarlarında. Kimler yoktu ki en başta çok sevdiği Atatürk, İnönü ve Mareşal Fevzi çakmak. Onların yanında sırasıyla sevdiği pehlivanların resimleri: Koca Yusuf, Adalı Halil, Kurtdereli ve bir de Cihan şampiyonu Kara Ahmet.

Ballandıra ballandıra anlatırdı Adalı Halil Pehlivan'ı. Büyük dedem çıvgarıymış Adalı'nın (idman arkadaşı) arada ziyaretine geldiğinde gördüğünü ve tanıştığını anlatırken ışıldardı gözleri. Terketmek zorunda kaldıkları doğup büyüdüğü toprakları anlatırken ise kaçırırdı benden yaşaran gözlerini.

Küçüktüm ama aklım eriyordu. "Hatırlıyorum Tayyar Paşanın askerlerinin göç kervanlarının yanından perişan bir halde kaçarlarkenki durumlarını" der, çok kızardı onlara.

Işıl ışıl olurdu gözbebekleri Mustafa Kemal'i anlatırken, yaşardı adeta. örsün üzerinde bile olsa dövülmeye hazır kızarmış demir koca maşası elinde, gel der çıkardı dışarı. Bak derdi, yemyeşil ovanın bitimindeki Yunanistan'la sınırımızı çizen Meriç nehrinin öte yakasını işaret ederek : Mustafa Kemal olmasaydı buraları da bırakmazlardı bize.

İsmet İnönü'nün ağır işitmesini siyasi malzeme yapanlara ise veryansın ederdi. Lozan müzakerelerinin yapıldığı günlerde telefonla konuşurlarken Mustafa Kemal İnönü'ye sınır Selanik olsun demiş, ınönü Meriç Nehri anlamış sözde. Bu toprakların kıymetini anlamıyor bunlar der, oyunu CHP'ye verdiğini söylerdi. Memleketi bölüyorlar diye de sızlanırdı.

Getirirdi büyük oğlu gerekli malzemeleri. Ver bakalım pabuçları diyerek dizdiği nalları atın ayağında ölçmeye başlar, insan ayakkabısı neyse bunlar da odur diyerek numaralandırırdı.Uygun olanını atın ayağına oturtturduktan sonra mıhları çakmaya başlardı bir nala birde mıha vurarak. Bir melodi kaplardı etrafı.

İşte en sevdiğim an gelmişti bir kez daha, bayramlık pabuçlarını giymiş çocuklar gibi sevindiklerini hissederdim atların...

Ödemezlerdi bazıları akıttığı alınterinin karşılığını.

Durumları iyi olanlar bilirlerdi kalender bir adam olduğunu, istismar ederlerdi sürekli. Harman veresisi der giderlerdi. çok kızardı böylelerine için için. Her zaman olduğu gibi onurlu olurdu hali vakti yerinde olmayanlar. Yaptırdıkları işin karşılığını mal olarak verirlerdi birazda sıkılarak. ıstemezlerdi Koca Ustaya borçlu kalmak. Yüzü gülerdi böylesi durumlarda acı acı. Bu zenginlikte bu fakirlik! "Düşmeyen kalkmayan bir Allah evlat" derdi.

Derin bir iç çekerdi doğduğu topraklardan bahsetmeye başlarken. çiftçilikle uğraştıklarını, hatırladığı kadarıyla da durumlarının iyi olduğunu söylerdi. "Ne zamanki çete harpleri sıçradı bizim oralara rahat vermedi Bulgarlar. Bizleri teziktirmeye uğraşırlardı. Komşularımız bile. Geceleri çıkamaz olmuştuk dışarılara. Yanımızda çalıştırdığımız çırak çobana da güvenemiyorduk. şimdiki gibi değildi ki gidesin muhtarın yanına açasın bir telefon payitahta.

Resneli Niyazi derler bir kumandan varmış. Oncağız da büyük bir ordu (çete) kurmuş çetelere karşı. O gelecek kurtaracak buraları diye bekleşirdi bizimkiler. 9 yaşlarında falandım bir haber geldi ki hürriyet vermişler bizlere. Sevindik ama bilmezdik ne olduğunu be evlat. Düğün dernek gibi bir şey zannederdik hürriyet dediklerini. Talat ve Enver Paşa geldi kurtuldunuz artık dediler. Nerdeeee! Patladı Balkan harbi. ışte o zaman Edirne yi de elimizden aldı bu gavurlar. Göç ettik buralara kadar. Hatta ıstanbula doğru sürmek istiyorlardı ama düştüler birbirlerine tekrar geri aldı bizimkiler. Gördüğün gibi yerleştik buralara işte."

"Dedenlerin oturduğu köy aha bak tam şuradaydı" diyerek Meriç nehrinin kıyısını gösteriyordu. "Buraların en zengin köyü orasıydı. Köyün eli silah tutan gençlerini silah altına alınca yaşlı erkekler, çocuklar ve kadınlara kalmıştı köy. Buralardaki askeri de toplayıp cepheye gönderince fırsat kollayan çeteler baskın vermişler köye. Yaşlı erkek ve çocukları toplayarak götürmüşler 'sizlere bir şey yapmayacağız merak etmeyin' diyerek. çok azı döndü o gidenlerin. Bu arada köy camiinde topladıkları kadın ve genç kızları Kılıçtan geçirmişler."

Elleri ve sesi titrerdi Koca Ustanın bunları anlatırken. O kıyımdan kurtulan babaannem de aynı şekilde anlatırdı bunları. 7 genç kız ve kadın o kalabalıkta caminin bacasına girip yukarı doğru tırmanmışlar. Defalarca sordum kendisine "nasıl oldu da sığdınız o kara deliğe de görmediler sizleri?"."Kan tuttu gavuru" derdi. Gece olduğunda camiden kaçıp müftülerin samanlığa saklandıklarını söylerdi.

Genç kızlar zülüf bırakırlarmış evlendiklerinde de kesilirmiş zülüfleri o günlerde kendilerine bir zarar gelmesin diye kesmişler zülüflerini sadece genç kızlara tecavüz ederlermiş çünkü'.

Saat 13 olduğunda açılırdı Koca Ustanın radyosu. Demirel konuşuyordu yine. Kızardı Koca usta gazeteler çarşaf çarşaf Yahya Demirelin dahiyane buluşu! hayali mobilya ihtacatını yazarlarken TRT tek söz etmiyor diye. İktidarın borazanı derdi. Oysa bir zamanlar çok sevdik bu Demireli. Su müdürüydü (DSİ) Meriç ovasının bütün planlarını o yapmıştı taşkından kurtarmak için. "Böylemi olmalıydı şimdi? Hırsız bunlar, yetim hakkı yiyiyorlar" der karşıdaki Balkan dağlarına dikerdi gözlerini derin bir iç geçirerek...

Kategoriler